IMF'siz Yola Devam...
Kim
söylemiş bu inciyi? Türkiye Cumhuriyeti devletinin başbakanı... Neden gerek
gördü acaba? Siyasi rant sağlayacak da ondan. Çünkü halkımızda yanlış bir algı
var: Avrupa’ya olan borcumuzu IMF borcundan ibaret sanıyor. Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan da, halkın bu bilgisizliğinden yararlanıyor! Halkı
aydınlatacağı, gerçekleri söyleyeceği yerde, cehaleti ‘OY’a çevirmeye
çalışıyor. Sayesinde Türkiye’nin dış borçlarının bittiği, sanki yeni bir döneme
giriliyormuş izlenimi uyandırıyor. Bu, bir algı yönetimidir kuşkusuz, gerçeği
gizleyerek, illüzyon yaratarak…
Yaptığı
sadece bu olsa, “hadi neyse” deyip geçebiliriz. Ne yazık ki değil, çünkü IMF’ye
olan borç semboliktir, fazla önemi yoktur; Türkiye’nin dış borçlarının tamamı
karşısında devede kulaktır. Sonra, IMF kredileri hemen her ekonomide, dışarıdan
borç akışının kesildiği zor zamanlarda başvurulan bir kredidir. Evet, Hükümet
IMF borcunu sıfırlıyor ama, devâsa başka borçlar vardır ve onlar tavan
yapmıştır! AKP hükümeti kredi piyasalarından, JP Morgan, Citibank, Bank of
America, Deutsche Bank gibi küresel şirketlerden borçlanarak Cumhuriyet
tarihinin en yüksek dış borçlanmasını gerçekleştirmiş bulunuyor. Asla istenmez
ama, bu hükümet sayesinde ve bu gidişle, Türkiye IMF’nin kapısını yakında
yeniden çalabilir.
I) AKP DÖNEMİNDE DIŞ
BORÇLAR ARTTI
A) Türkiye’nin toplam dış borcu AKP’nin
iktidara geldiği 2002 sonunda 130 milyar dolardı, 2012 sonunda ise 337 milyar
dolar!... 207 milyar dolarlık, yani
yüzde 160 bir artış!... Başka bir deyişle AKP hükümeti Türkiye’nin daha önce 80
yılda yaptığı dış borçlanmanın, neredeyse iki katını 10 yılda gerçekleştirmiş
bulunuyor. Dahası var: Dış borç bundan ibaret değil. Çünkü sıcak para da dış borç
demektir. Sıcak para stoku, 2012 ortası itibariyle 105 milyar dolardı. Demek ki
dış borcumuz, kâğıt üzerinde görülenden çok daha fazladır.
AKP
iktidarı sadece ülkeyi aşırı borçlandırmakla kalmadı; ülkemizin topraklarını da
sattı, sanayi tesislerini, telekomünikasyon kuruluşlarını, bankaları da sattı
yabancılara. Limanları kiraya verdi. Bugün Türkiye Çevre ülkeleri arasında
Rusya’dan sonra dünyanın en borçlu ekonomisi konumundadır. Borçlanma eğilimi
gerçekten yüksektir ve giderek de şiddetleniyor. Borçlanmadaki bu aşırılığı
bilhassa -tüketici kredileri dışında- aşağıda göreceğiz, özel sektörde
gözlemliyoruz.
B) Kuşkusuz borçlanmanın
değerlendirilmesinde toplam dış borcun GSYH’ye oranı da önemlidir: Türkiye’de
bu oran 2002’de yüzde 56.2 iken, 2011’de yüzde 39.4’e gerilemiştir. Bu düşüşü
bir başarı olarak yorumlayanlar çıkabilir ki pek yerinde değildir. Çünkü,
birincisi, bu gösterge de dış borç yükünün ağırlık derecesini tek başına
gösteremez. Ayrıca ekonominin “ödeme kapasitesi”ne, “döviz kazanma
potansiyeli”ne de bakmak gerekir. Oysa,
Türkiye’nin cari açıktan dolayı döviz kazanma potansiyeli hayli zayıftır.
İkincisi, TÜİK Türkiye’nin millî gelir hesaplarında birtakım oynamalar yaptı ve
bir kalemde milli gelir rakamını artırdı. Dış Borç/GSMH oranının azalmasında,
bu istatistik rötuşun da etkisi olduğu ileri sürülebilir.
II) DIŞ BORÇ YAPISI
DEĞİŞTİ
AKP
döneminde borçlanma yapısında iki önemli değişim gerçekleşti: Dış borçlanmada
özel sektör öne geçti, kısa vadeli borçların payı arttı.
A) AKP iktidarında özel dış borçlarda
muazzam bir artış oldu. 2002 sonu
itibariyle Türkiye’nin dış borç stoku 130 milyar dolar, milli gelirin yüzde 56’sıydı.
Bunun 87 milyar doları (üçte ikisi) kamuya, 43 milyar doları, yani sadece üçte
biri özel kesime aitti. Kamu sektörü birkaç yıl önde olmayı sürdürdü. Yapısal
değişim 2005’de başladı: Özel sektörün payı hızla artarken, kamununki azalmaya
başladı. Özel sektörün, toplam dış borç stokundaki payı 2002-2007 arasında
yüzde 34’den yüzde 60’a tırmandı. Bugünse yüzde 65’tir. Buna göre özel kesim
borcu 2002’ye göre dört kat, toplam borç ise bir buçuk katı arttı.
Bununla
beraber farklı bir açıdan bakarsak, diyebiliriz ki aslında kamunun borçlanması
azalmadı; çünkü dışarıdan yüklü borçlanmalara giden banka ve finans kuruluşları
bu fonları, iç borçlanma ihaleleri yoluyla yine devlete sattı; devletin dış
borçlanması kamu iç borcuna dönüştürüldü. Denebilir ki AKP iktidarı dış
borçlanmayı da özelleştirdi!
B) Borçlanmanın yapısında kısa vadeli
borç, uzun vadeli borç ayrımı da önemlidir. Borçların kısa vadeli olması genel
olarak ülke aleyhinedir. Gözlemimizi bu açıdan yaptığımız zaman bu kez kısa
vadeli borçlarda da büyük bir artış olduğunu görüyoruz. Gerçekten, 2002
sonundan bu yana geçen dokuz buçuk yılda kısa vadeli dış borçların –yani vadesi
1 yılın altında olan borçların- 5'e katlandığını belirliyoruz: 2002’de 16,4
milyar dolar… Kasım 2012’de ise 101 milyar dolar! 2002’de borçların yüzde 13’ü…
Kasım 2012’de yüzde 30.5’i!... Borçların yüzde 90’ı özel sektöre ait!... Kısa
vadeli borçlardaki bu muazzam artış bankalardan kaynaklanıyor ki bu da aslında
şaşırtıcı değil: 2002’de 6,3 milyar,
2012’de 63 milyar dolar, 10 kat artış!...
C) Peki sebebi nedir dış borç
yapısındaki bu âni değişmelerin? Özel dış borç stoku neden AKP döneminde
böylesine coştu? Ne oldu, ne değişti de böylesine keskin bir rota değişikliğine
sahne oldu Türkiye ekonomisi? Benim görüşüm şudur: Türkiye’de TÜSİAD’çılar
başta olmak üzere bir kısım özel girişimci, sözde “iş adamı”, kolay ve havadan
para kazanmayı tercih etmektedir. Üretmiyor, rantiyecilik yapıyor, oturduğu
yerde, kestirmeden kasasını doldurmaya bakıyor. Peki, nasıl? Yaptığı şu:
Dışarıdan, küresel finans şirketlerinden düşük faizle kredi sağlıyor.
Borçlandığı dövizleri TL’ye çevirtip devlete yüksek faizle borç veriyor. Dış
krediye ödediği faizle, Türk halkının sırtından aldığı faiz arasındaki farkı
cebine indiriyor. Yüklendikleri bu “devâsa borç yükü” sayesinde büyüdükleri
için, düşük kur politikasının da sürdürülmesini istiyorlar.
“Bu
borçlar –hükümetin yaptığı gibi- özel sektörün borcudur” deyip geçemeyiz. Bir
temerrüt durumunda, dış alacaklılar doğrudan doğruya devletin yakasına
yapışacaktır. İkincisi, Türkiye dövizle borçlanıyor. İster devlet, ister özel
sektör olsun, sonunda bu borçları dövizle –yabancı parayla- ödemek zorundadır.
Akla gelen bir diğer nokta da şu: Devlet her alandan çekildiği gibi sanki dış
borçlanmadan da çekiliyor, bir bakıma dış borçlanmayı de özelleştiriyor. Bir
diğer rant alanı olarak, daha da palazlansınlar diye bizim hayırsız “para
babaları”na bırakıyor.
Bütün
bu olumsuzluklara rağmen AKP hükümeti pembe tablolar çizmekten geri kalmıyor;
biri de Maliye Bakanı’na ait, bilimsel nesnellik adına onu da not edelim:
“Devletin net bazda dış borcu kalmamıştır. Devlet olarak, kamu olarak dünyadan
alacaklıyız. 119 milyar dolarlık toplam rezervimiz var. Ama devletin Merkez
Bankası dahil borcu 111 milyar dolar. Dolayısıyla biz devlet olarak dış dünyaya
borçlu değiliz, dış dünyadan alacaklıyız. Özel sektörün 212.5 milyar dolar
civarında borcu var. Ama özel sektörün 85 milyar doların üzerinde de dövizi var
ayrıca yatırımları varlıkları var."
SONUÇ
Toparlarsak
AKP iktidarı döneminde Türkiye’nin dış borçlanması; Emperyalizm’in klasik
sömürme modeline uygun bir seyir izlemiştir. Dış borçlanma artırılmış,
borçlanmada bir kısım “rantçı” özel sektör öne geçirilmiştir.
Söz
konusu model “Merit Stratejisi” olarak karşımıza çıkıyor[iii]. Bu strateji
başlıca serbest ticaret, özelleştirme, yabancı sermaye…, gibi silahlar içerir
ki, biri de borçlandırmadır. Bu yoldan, kurban seçilen ülkeler küresel finans
şirketlerine muhtaç duruma düşürülür ve o durumda tutulur. Tuzağa düşürülen
ülke, kısa sürede, içinden kolay kolay çıkamayacağı şekilde borç batağına
batırılır. Bu sonucun sağlanmasında en büyük yardımcıları, o ülkenin işbirlikçi
kadrolarıdır, Atatürk’ün deyişiyle “dahilî bedhahlar” dır. Türkiye’nin AKP
iktidarındaki deneyimi bu modele son derecede uygun bir seyir izlemiştir.



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder