Dış Açığın Asıl Sebebi Nedir?
Dış açık Türkiye’nin başta gelen sorunlarından biridir.
AKP iktidarı ile birlikte, çok daha belirleyici ve kaygılandırıcı bir karakter
kazanmıştır. Bu yazımda esas itibariyle dış açığı belirleyen faktörler üzerinde
duracak, bu kapsamda bir sentez denemesinde bulunacağım.
I) Dış Açık Ve Anlamı
Bir ülke, diğer ülkelerle ekonomik ilişkileri
dolayısıyla, bir yıl içinde elde ettiği döviz gelirleri toplamından daha fazla
döviz harcaması yaparsa, fazla yaptığı harcama dış açık, diğer bir deyişle
“cari açık”tır. Daha somut olarak ifade edersek, örneğin Türkiye 2012 yıl
boyunca çeşitli dış işlemlerinden döviz geliri elde etti. Ancak, aynı yıl
boyunca döviz harcaması da yaptı. Tabiî, bunların kaydı tutuluyor. Yıl sonunda
bakılıyor ki toplam döviz gelirinden daha fazla döviz harcaması yapılmış. Bu
durumda döviz geliri (G) ile döviz harcaması (H) arasındaki, harcama lehine
olan fark dış açık (a) adını alıyor: H –D = a. Şimdi diyeceksiniz ki, bir ülke
nasıl olur da gelirinden daha fazla harcama yapabilir? Yanıtı gayet basit:
Örneğin, yabancı ülkelere borçlanıyor veya mevcut döviz rezervlerini
kullanıyor.
Türkiye’nin son 10 yıldaki birikimli (kümülatif) cari
açığı 344 milyar dolardır. Demek ki ekonomi ortalama olarak her yıl 34,4 milyar
dolar açık vermiş. 2012 yılı açığı yaklaşık 50 milyar dolardır. Dış açığın
GSMH’ya oranı yüzde 7’dir. Bu veri esas alınınca, Türkiye’nin dünyada en fazla
dış açık veren ülkelerden biri olduğu görülür. Bu düzeyde bir açık
“sürdürülemez” olarak niteleniyor. Bir insan düşünün, aylık gelirinden fazla
harcama yapıyor, nasıl oluyor bu? Tabii borçlanıyor, tasarruflarını eritiyor
veya sahip olduğu aktifleri satıyor. Yani kaynak kaybediyor. Bu bir ülke için
de böyledir, dış açık “Türkiye’nin kaynak kaybı”dır. Türkiye AKP iktidarı
boyunca, sürekli ve büyük miktarlarda kaynak kaybına uğramıştır, tabiî bizim
kaybımız diğer ülkeler açısından kaynak kazancı anlamına geliyor. AKP iktidarı
Türkiye’yi yi borçlandırmıştır, rezervlerden harcamıştır; ülkenin
fabrikalarını, işletmelerini, tesislerini, bankalarını, topraklarını
yabancılara satmıştır[i].
II) Türkiye Neden Dış Açık Veriyor?
Evet, neden cari açık (dış açık) veriyoruz? Bu can alıcı
soruya literatür, genel olarak şu yanıtı veriyor: Çünkü yurt dışına kâr
transferleri, borç faizi ödemeleri yapılıyor. Çünkü enerjide dışa bağımlıyız.
Döviz kuru düşük olduğundan dış rekabette zayıf kalıyoruz. Yurt dışından,
sattığımızdan daha fazla mal ithal ediyoruz.
a) Türkiye’de yıllardır kârlı işletmeler, bankalar, kamu
altyapı yatırımları yabancılara satılıyor. Bunlar kendi ülkelerine kâr
transferi yapıyor. Transferler her yıl 5- 6 milyar doları buluyor. İşte taze
bir örnek: Halk Bankası’nın halka arz edilen hisselerinin yüzde 80’inin
yabancıya satılması... İyi yaptınız, bugün gelir elde ettiniz ama, iş burada
bitti mi sanıyorsunuz? Yarın Halk Bankası’nın yabancı hisseler karşılığı kadar
kârı döviz harcaması olarak dışarıya gidecek. Bugün cari açık azaldı, peki
yarın? Yarın cari açık artacak,
büyüyerek devam edecek. Atatürk’ü hiç okumamışsınız, bakın ne diyor: Yalnız
ufku değil, ufkun ötesini de görmek lazım.
b) Dış açığın bir sebebi de borç faizi ödemeleridir. 320 milyar doları bulan dış borçlarımız için
her yıl yabancılara faiz ödemesi yapıyoruz. Cari açığın finansmanı için alınan
dış borçlara Türkiye ortalama yılda 10 milyar dolar faiz ödüyor. Bu ödemeler de
cari açığın artmasına sebep oluyor. Yani “cari açık kendi kendini besleyen bir
sürece dönüşüyor.”
c) Cari açığın yüzde 70’i enerji kaynaklı… Uzun yıllardan
beri, dışa bağımlılık yaratan bir enerji politikamız var; yapısal, kronikleşmiş
bir sorun bu. Doğal gaz kullanan sanayi ve elektrik santrallerimiz, enerji
faturasını yükseltiyor. İthalat faturası 44 milyar doların üzerinde. Üretim
politikamız da ithalata bağımlılıkla mâlul... Sonuçta dış ticaret açığını
düşüremiyoruz. Bir araştırmaya göre Türkiye’nin enerjide 2009 yılı
itibariye ithalata bağımlılık oranları şöyle: Katı yakıtlarda %41.2, petrolde
%92.3, doğalgazda %98... Genel olarak %71.4.
d) Döviz kurumuz, denge kur seviyesinin altında. Merkez
Bankası, dalgalı kur sistemi geçerli olmasına rağmen çeşitli yollarla kura
müdahalelerde bulunuyor. Bilindiği gibi döviz kuru; işgücü maliyeti, piyasa
büyüklüğü (GSMH) ve dışa açıklık ile birlikte, uluslararası rekabet gücü
analizlerinde üzerinde en çok durulan faktörler arasındadır. Döviz kurunun, rekabet
gücü üzerindeki etkisi pozitif veya negatif olabiliyor. Üstat iktisatçımız
Esfender Korkmaz’a göre Türkiye’de negatif etki baskın: Yaptığı bir hesaba göre “Türk Lirası Dolar’a
göre yüzde 19 daha değerli…” Bu da Türkiye ekonomisinin diğer ülkelerle rekabetine
önemli bir engel teşkil ediyor. Sorun
gerçekçi kur sorunudur. Döviz kuru gerçekçi olmadığı zaman, üretimde ithal
girdilerine ağırlık verilir. Piyasayı ithal malları işgal eder. Üretim ihmal
edilir, büyüme düşer. Döviz açığı genişler, dış açık artar[iii].
e) Dünyada her olgunun bir sebebi vardır, ancak her olgu
da, sırasında kendisi bir sebep haline gelir; bizzat kendisi başka olgulara yol
açar, ya da onları etkiler. Türkiye’nin cari açığının sebeplerini gördük. Peki,
cari açıktaki değişmeler hangi etkilere yol açar? Çok kısaca buna da değinelim:
Dış açık artarsa, ülkenin döviz rezervlerinin azalması veya dış borçlarının
artması sonucu ile karşılaşabiliriz. Buna karşılık hükümetler cari açığın
artmasını engellemek, açığı küçültmek isteyebilir. Bu durumda ithalat
daraltılır, ekonomi yavaşlar, üretim azalır, işsizlik artar, ithal vergileri
kanalıyla bütçe açığı büyür. Cari
açıktaki artış, dış borçta artışla atbaşı gidebilir. Yabancı ülkelere kaynak
aktarımı olur. Türkiye’de bunlar olmuştur, olmaktadır.
III) Dış Açıkla İlgili Diğer Gelişmeler
Son aylarda dış açıkla ilgili olarak dikkat çekici başka
gelişmelere de tanık olduk. Bunlarla ilgili, basından derlediğim önemli
hususları, bazı katkılarımla aşağıda sunuyorum.
a) Ülkenin kapıları Neoliberalizm dayatmasına ardına
kadar açılalı, Türkiye, genel olarak, “üretmeyen- tüketen” bir toplum haline
geldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı makul seviyelerin hayli altında
(2010’da %61, 2011’de %56, 2012’de %63) bulunuyor. Başta Moody’s ve Stand and
Poor’s olmak üzere, kredi derecelendirme kuruluşları cari açık konusunda
uyarıyor: “Türkiye’de kıyamet koparsa, cari açıktan kopar.” Ancak şöyle bir
görüş de var: Türkiye’de bir süre daha “cari açık kaynaklı kriz” çıkmaz. Çünkü görünmeyen
bir el var. O el, kriz çıksın istemiyor! Türkiye’den 1 milyar dolar çıkınca,
bir hafta içerisinde Merkez Bankası kayıtlarında 1 milyar dolarlık artış
oluyor. Bu ilginç gözlem, ekonomistler arasında bazı komplo teorilerinin de
ileri sürülmesine kaynak oldu.
Söz konusu teorilere göre Türkiye’de ekonomik kriz, her
zaman hükümet götürmüştür. Ancak bu defa işin içinde Amerika var ve Süper Güç
dünya coğrafyasında hedeflediği şekillenme bitmeden, AKP hükümetinin gitmesini
istemiyor. Bir yazarımızın konuyla ilgili açıklaması şöyle: Referans para
birimi olan Dolar girdiği ülkede her şey güllük gülistanlıkmış gibi bir etki
yaratır, ta ki ülkeden çıkana kadar. Öte yandan, İran Türkiye’den garip bir
şekilde altın ithal etmeye başladı. Arap ülkelerinden fon adı altında ülkemize
tuhaf para girişleri gerçekleşiyor. En önemlisi, Amerikan finans şirketleri
Türkiye’yi desteklemeye devam ediyor. İşte bütün bu faktörler şimdilik Dolar’ı
baskı altında tutuyor. Özelleştirme yoluyla yabancılara satılan şirketler de
her yıl büyük miktarlarda parayı kâr transferi şeklinde ülkelerine yolluyorlar.
Ve bu para çıkışına rağmen Türkiye’de cari açık, hâlâ krize dönüşmüyor. Bu
durumda, biri “komplo teorilerinde gerçek payı var” dese, yanlış mı demiş
olur?[iv]
b) İkinci ilginç olay durup dururken başlayan altın
“ihracat”ı... Türkiye İran’dan yaptığı enerji ithalatının bedelini, Amerikan
ambargosu nedeniyle dövizle ödeyemiyor. Çıkış yolu olarak, İran’a altın
ihracatı yapıyor. Aslında bu, ihracat değil, bir dış ödeme... Tabiî, ihracat artmış
gibi göründüğünden, dış ticaret açığı, olduğundan daha düşük hesaplanıyor. Bir
örnek vermek gerekirse, 2012 yılının ilk 8 ayı ihracatı100 milyar dolar ve
bunun 10 milyar doları altın ihracatı… Dolayısıyla –ayrıca bir kayıt
düşülmediyse- cari açık da 10 milyar dolar eksik görünüyor. Eğer ödeme döviz
olarak yapılsaydı, dış açık gerçek ne ise, onu yansıtacaktı.
c) Üçüncü gelişme Fitch’in not yükseltmesinin döviz
girişini artırması ve bununla cari açık arasındaki ilişki… Fitch, hatırlanacağı
gibi Türkiye’nin kredi notunu bir basamak artırarak “yatırım yapılabilir”
düzeye çıkardı. Peki, bu işlem ekonomiye ne sağlayacaktır? “Yatırım“ deyince,
esas itibariyle yabancıların ülkeye döviz getirip fabrika kurmaları anlaşılır.
Oysa fiiliyatta söz konusu olan yatırım, “sermaye hareketidir.” Bunun içinde
fabrika kurmak da vardır ama, çoğu hisse senedi, bono yatırımıdır. Bu
sonunculara eskiden “plasman” denirdi. Ne yazık ki bu terim –küreselleşme ve
yeni liberalizm şamataları arasında- unutturuldu, hasıraltı edildi.
Fitch’in not artışından beklenen gelişme, kuşkusuz
sermaye girişinin hızlanmasıdır. Bu durumda döviz ucuzlayacaktır. Nitekim öyle
oldu, döviz kuru 1.80’in altına, 1.76’ya
kadar düştü. Bu ise, ithalatı daha cazip hale getirecek, buna karşılık
ihracatçının rekabet gücünü zayıflayacaktır. Şu da bir gerçek ki Türkiye’ye
sermaye hareketi ile, cari açığın (döviz açığının) çok üzerinde döviz giriyor.
Bundan böyle, daha fazla girecektir. Ne var ki bu döviz “kalıcı değil, pahalı
ve misafir döviz”dir. 2012’nin ocak-ağustos ayları arasında bizim cari
açığımızı (döviz açığını) kapatmak için gerekli döviz 36 milyar dolar iken,
ülkeye 53 milyar dolar döviz girdi. Gelen dövizin fazlası Merkez Bankası ile
diğer bankaların rezervinde duruyor. 6.8 milyar dolar gibi hayli ufak bir kısmı
ise, doğrudan yabancı sermaye olarak adlandırılan, faiz için gelmeyen dövizdir,
reel yatırımdır. Geri kalanı dövizden para kazanmak için gelen dövizdir. Oysa
bir ekonomi “ariyet” döviz ile yürüyemez, gelişemez. Önemli olan reel
yatırımdır, üretimdir. Gelen dövizler ancak yatırıma giderse, üretime giderse
ülkeye yarar sağlar. Ne var ki Türkiye’de olan, bu değildir
Sonuç olarak:
- Dış açığın belirleyicilerinden bazıları yapısal
faktörlerdir. Bilindiği gibi yapısal faktörler ekonominin oluşum biçiminden
kaynaklanır. Gereğinden düşük döviz kuru, ulusal paranın aşırı değerliliği
böyledir. Aşırı değerlilik dünya pazarlarında ihraç ürünlerini pahalılaştırır,
yabancı malları ise Türkiye’de, nispeten ucuzlatır. Kritik hammaddelere, özellikle de enerjide
aşırı derecede dışa bağımlılık da yapısal bir faktör olarak nitelenebilir. Bu
kapsamda liberalizmin halkın tercihlerinde kaymalara sebep olması da
zikredilebilir. Ülkemizde ithal mallarına talebin, liberal politikalarla geniş
ölçüce teşvik edildiği bir gerçektir.
- Ancak, diyebilirim ki bütün bunların ötesinde, dış
açığın asıl sebebi; dünya ölçeğinde, zengin ülkeler lehine işleyen, Türkiye’nin
de kurbanı olduğu bir tutsaklaştırma mekanizmasıdır. Şöyle ki Türkiye’ye önce Neoliberalizm
dayatıldı, bu çerçevede serbest mübadele kabul ettirildi. İthalat arttı,
sanayileşme durdu (rekabet gücü, döviz kuru, tüketici tercihi, dış bağımlılıkta
ülke aleyhine oluşumlar). Ülke mali bakımdan sıkıntıya düşünce dış borçlanma
(faiz ödemelerinin artması) ve özelleştirmeler başladı. Özelleştirmelerle
ülkenin fabrikaları, bankaları, limanları yabancılara satıldı(kâr
transferlerinin başlaması ve artması). Küresel şirketler yabancı sermaye
yoluyla da ülkeye girmeye başladı (yeni kâr transferleri, sanayileşmenin durması).
En sonra bir üretim faktörü olan ülke toprakları da satış listesine girdi
(yabancıların taşınmazlarımız üzerinden kazançları, bunların transferleri).
Tutsaklaştırma mekanizması bu işleyişi ile, dış dengeyi
sürekli olarak Türkiye aleyhine çevirdi: Cari açık arttı, kronikleşti, yapısal hale geldi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder